NEFSİN ZAN AFETİ

Yazının Giriş Tarihi: 08.08.2024 15:15
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.08.2024 22:16

Sevgili kardeşlerim, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir mutluluk sohbetinde sizlerle birlikteyiz.

Zan, hüsn-ü zan ve su-i zan olmak üzere ikiye ayrılır. Eğer insanların yaşadığı olayları iç dünyamızda şekillendirirken onların zararına hükümler veriyorsak, onları mahkûm ediyorsak, kötü bir şey yaptığını görmediğimiz halde kötü bir şey yaptığını düşünüyorsak; bu su-i zandır. Ama insanların güzel taraflarını düşünmek hüsn-ü zandır.
Zannın hudutları nereye kadardır? Bir insan bir kişiyi uzun süredir tanıyor. Kişinin iradî yapısı, davranışları bu ikinci kişi tarafından izlenmiş, hangi olayda ne tepki gösterdiği konusunda bir kanaati var. Ve bir olay oluyor. Kişi o kanaate dayalı olarak, öbürüne isnad edilen olayı kendi terazisinde tartıyor, onu kendi muhakemesinde mahkûm ediyor veya beraat ettiriyor. Burada kasıt yoktur. Kişi iç dünyasında böyle bir düşüncenin sahibi, kimseye bir şey söylememiş.

Bu sırada o kişi Allah ile konuşsa: “Ya Rabbi!” dese, “Ben bu kişiyi suçlu görüyorum. O mutlaka bunları yapmıştır,” o zaman hiçbir derecat kaybetmez; muhatabı Allah’tır. Ama insanlar, delilleri olmadığı halde başkaları hakkında bir negatif düşüncenin sahibi oluyorlar, arkasından da bunu gidip başkalarına anlatıyorlar. Burada zannın açığa vurulması söz konusudur. Bunu yaptığınız an, zan sınırını aşar; iftira sınırının içine girersiniz. Bunu usûl haline getirdiğiniz zaman devamlı derecat kaybedersiniz, Allah’ın karşısında yükselemezsiniz, yücelemezsiniz, küçülürsünüz.

Allahû Tealâ Hucurât Suresinin 12. âyet-i kerimesinde diyor ki: “Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah’a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.”

Tecessesû” diyor; gizli hali araştıran kişi, casusluk da buradan gelir. Bize açıklanmadıkça insanların gizli hallerini araştırmak Allah’ın uygun görmediği bir şeydir.

Peki, zanna neden meylederiz? Çünkü nefs saygı görmek ister, üstün olmak ister. Eğer:

* İnsanlarla olan ilişkilerinizde onlara üstün olduğunuzu beyan eden davranışlar içindeyseniz,

* Onların sizden daha aşağıda olduğunu belli eden davranışlar içindeyseniz,

* Onları kontrol altına alıp haklarında hüküm verme yetkisini kendisinde görenlerdenseniz,

* Yani “Onları sevmiyorum, onlar bu işi yapamıyorlar, onlara güvenmiyorum.” gibi bir dizaynın içindeyseniz, o zaman siz, nefsinizin ve şeytanın emrindesiniz.

Nefs, her dedikoduda bir aşağılık duygusunun tatmini istikametinde harekete geçer. İnsanlar nefsleri çiğnendiği zaman, başka insanlara karşı öfke ve kin duydukları zaman, başkaları tarafından aşağılandıkları zaman dedikodu yapma ihtiyacı duyarlar, zanlarını dillendirirler. Oysa hayatta iki tane alternatifiniz var: İnsanlara göre üstün değer almak veya Allah’a göre üstün değer almak. Bir başka ifadeyle; size göre etrafınızdaki insanların sizin için verdiği hüküm mü önemlidir yoksa Allah’ın sizin için verdiği hüküm mü önemlidir?

Hüsnü zanna dönecek olursak; bir kişinin Allah yolunda yaptığı bir güzel davranış biçimi başkalarını da o güzelliğe yöneltecek bir hüviyet taşıyorsa onun söylenmesi kişiye zarar getirmez. İyi niyetli zannın sonuçlarına dair bir kıssa anlatalım:

Allahû Tealâ’nın bir evliyası bir uçurumun kenarından geçerken bakmış, patikadan birisi yuvarlana yuvarlana aşağı iniyor. Onun yanına kadar yuvarlanmış: “Ne yapıyorsun? Kolay gelsin.” demiş. “Görmüyor musun, ibadet ediyorum.”demiş. “Anlamadım.” demiş evliya. “İbadet ediyoruz, ibadet. Bak yeniden yapacağım.” Çıkmış yukarı, tekrar yuvarlana yuvarlana aşağı gelmiş. Demiş ki: “Beğendin mi?”

“Çok beğendim de yalnız Kur’ân-ı Kerim’de ibadet böyle değil.” “Allah’ını seversen, nasıl?” Anlatmış evliya uzun uzun. Adam da demiş ki: “Tamam, şimdi ben de yapayım senin dediğini.” Yapmış, harika bir namaz kılmış. Bizim ki demiş ki: “Tamam, hay Allah razı olsun.” Sarılmışlar, öpüşmüşler, ayrılmışlar.

Bizim Allahû Tealâ’nın evliyası biraz marifetli imiş. Karşı sahile doğru suyun üzerinden yürüyerek gidiyor. Yanından bir ses duymuş: “Şu 4. rekâtta Fâtiha’yla beraber bir zammı sure var mıydı, yok muydu anlayamadım.” Bir bakmış, biraz önce uyardığı adam da suda yürüyor. Demiş ki: “Bütün söylediklerimi unut. Aziz kardeşim, daha hızlı mı daha yavaş mı yuvarlanacaksın, nasıl yuvarlanacaksan öyle yuvarlan; ama bil ki sen Allah’ın bir sevgilisisin.”

Hiç kimsenin, Allah tarafından yetki verilmediği sürece hüküm vermek ve insanları sevk etmek yetkisi yoktur. Allah’ın istediği hep Kendisinden bahsedilmesidir, Allah’tan bahsedilmesidir. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Âdemoğlunun, emr-i bi’l ma’ruf veya nehy-i ani’l münker veya Allah’ın zikri hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.” Yani siz eğer zikrediyorsanız, eğer Allah’a davet ediyorsanız, bu lehinizedir. Ama zikretmiyorsanız, Allah’a davet etmiyorsanız ve konuşuyorsanız, bu aleyhinizedir.

Sevgili kardeşlerim, görüyoruz ki Allah hep bizden yana. Hepimizi Kendi Zat’ına davet ediyor. Allah’a ulaşmayı dilememizi, mürşidimizi hacet namazı ile Allah’tan sormamızı ve tâbiiyetimizi gerçekleştirip nefsimizi tezkiye ve tasfiye etmemizi, hep zikretmemizi istiyor. Allah’tan bahsetmek şifa ama insanlardan bahsetmek dedikodu ve hastalıktır. Hepinizin sonsuz mutluluklara ulaşmanızı Efendimizin himmetiyle Yüce Rabbimizden diliyoruz. Allah razı olsun. Sizleri çok ama çok seviyoruz, kalbimizden…

www.ibrahimlive.com

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.